top of page
Astonomical Saat

Bu gibi inançları anlayabilmek için öncelikle erken yaşam deneyimlerimize bakmakta fayda var. Bebek tüm ihtiyaçlarının anında karşılanması (acıktığında hemen doyurulması, altına yaptığında temizlenmesi karnı ağrıdığında hemen gazının çıkarılması), duygularına aldığı yanıtlar ile kendisini tüm güçlü bir varlık olarak algılar. Dünya bebeğin tam da isteği gibidir, onun isteklerine bağlıdır. Bu tüm güçlülük hali ile birlikte bebek yaşamın ilk aylarında annesinin bağımsız ve ayrı bir varlık olduğunun farkında değildir. Fakat bebeğin ihtiyaçlarının tam zamanında karşılanmadığı zamanlar veya ihtiyacı yanlış anlaşılması gibi durumlar yaşanabilir. Bu zamanlarda bahsedilen bu tüm güçlülük duygusu sarsılır ve bebek gerçeklik ile tanışır. Zamanla bebek büyüdükçe ona olan ilgi ve dikkatin yoğunluğu azalır. Bakım verenler başka şeylerle de ilgileniyordur ve bebek zamanla annenin de kendi başına bir varlık olduğunu, bakım verenin davranışlarının salt kendi istek ve arzularıyla ilgili olmadığını kavrar. Çocuk büyüdükçe önceden yalnızca kendisine ait olan arzu ve isteklerine annesinin arzu ve istekleri eklenir. Çocuk akşam yemeğinde çikolata yemek isterken annesi çorba içmesi için ısrar edebilir. Anne ile çocuk arasındaki bu gibi çatışmaların en şiddetli hali 2 yaş itibariyle tuvalet eğitimi ile yaşanır. Tuvalet eğitimi vermek isteyen anne ve dışkısını biriktirerek yaşadığı hazzı arttırmak isteyen çocuk arasındaki bu çatışmanın nasıl işleneceği çocuğun kişiliği üzerinde önemli etkiye sahiptir. Buradaki çocuğun yaşadığı çatışmanın yalnızca kendi hazzıyla annesinin kuralları arasında olmadığı, beraberinde çocuk kendi isteği doğrultusunda hareket ederse annesinin sevgisini ve onayını kaybetmeye dair endişe duymasıdır. Yaşamın ilerleyen yıllarında çocuğun otoriteye boğun eğme veya kendi arzuları doğrusunda hareket etmesi bu dönem içerisindeki çatışmayı nasıl işlediğinden etkilenir. Özerklik ile ilgili olan bu meselede ebeveynlerin tutumu, çocuğun yaşamı boyunca kendi arzularına mı yoksa el alemin düşüncelerine mi hareket edeceği üzerinde belirleyicidir. Büyülü düşüncelere dair inançlarımız aslında tam da erken yaşam deneyimlerimizden biri olan, kendimizi güçlü hissettiğimiz bebeklik dönemimize ait isteklerimizin kendiliğinden gerçekleşmesine dayanır. İlerleyen yıllarda çocuk yetersizliği ve muhtaçlığı farkettikçe kendisini tekrardan tüm güçlü hissetmek için istediği şeylerin tıpkı bebekliğinde olduğu gibi yalnızca gerçekleşmesini istediği için gerçekleştine inanır. Br diğer deyişle zayıflığın inkarı olarak büyü ve fallara olan inançlar gelişir. Nesneler dünyasında kendisini zayıf hissettiği anlarda büyüsel düşüncelere başvurmakla birlikte kendi istenmeyen arzularına karşı da büyüsel düşünceler yardımıyla başa çıkmaya çalışır. Bu dönemdeki çocukların bu savunmayı kulanması oldukça normaldir. Fakat bu erken yaşam deneyimlerine ait düşünce biçimlerinin yetişkinlikte devam ettiğini; kötü bir düşünce geldiğinde tahtaya üç defa vurmak, gözlerinin durduğunda misafir geleceğine inanmak, mavi çorabını giyerse işe alınacağına inanma gibi çeşitli örneklerde görebiliriz. Bu döneme takılı kalmış kişiler çoğunlukla bu düşüncelerin saçma olduğunun farkında olmalarına karşın, doğa ve yaşam karşısındaki yetersizlik duygusuyla birlikte dış gerçekliği değiştirmek amacıyla böyle bir savunma geliştirirler. Bir diğer deyişle tam bir başarısızlık hissindense sorumluluk ve çaba göstermekten kaçış olarak da adlandırabiliriz.

Fala ve büyüye neden inanırız?

11062b_1e2176ef42184348836267cbc4852168~mv2.jpg.webp

Yük Hissetme Üzerine..

Gelişim dönemlerimizin herhangi birinde yoksunlukluk veya aşırı doyum yaşamamız sonucunda fiksasyonlar yani o döneme takılı kalmalar meydana gelir. Bu fiksasyonlar yetişkin olduğumuzda da hayatımızda varlıklarını sürdürürler. Özellikle ele almak istediğim konu, oral dönemdeki (0-1 yaş) yoksunluklar veya aşırı doyum sonucu oluşan Oral karakterle sık görülen davranışlardan biri alma-verme ilişkisi yani; birinden bir şey isteyemem, alamama, talep etmekte zorlanma durumları.. Yeterli oral doyumdan yoksun olmak demek aynı zamanda yeterince şefkatten yoksun olmak demektir. Yeterli oral doyumdan yoksun olmak demek aynı zamanda yeterince şefkatten yoksun olmak anlamına gelir. Yeteri kadar şefkat, ilgi gösterilmememiş veya değerli olduğu duygusu hissettirilmemiş, yeteri kadar (fiziksel, psikolojik) ihtiyaçları karşılanmamış bir çocuk kendini değerli, istenir arzulanır, ilginç bulmaz. Kendisini bir yük ve başkalarına zahmet veriyormuş gibi algılar. Dolayısıyla birinden bir şey istemeye yüzü de olmaz. Zaten annesine ve şimdi annesi temsil eden diğer insanlara zahmet veriyordur. Adeta varlığı başkalarına bir yük oluşturuyordur. Bir de bir şey veya yardım mı isteyecek.  İsteyemez… Yardıma çok ihtiyacı olduğunda bunu dile getirmeye çalışır fakat büyük bir zorluk yaşar.  İsteme zorluğunun bir diğer nedeni de kendini zapt edememe korkusudur. Bu kişiler bakıldığında bir bakıma o kadar aç bırakılmıştır ki, içinde doymak bilmeyen bir taraf vardır. Bu arzusunu kontrol edebilmek adına bastırır ve kimseden bir şey isteyemez.  Oral karakterlerde sık görülen davranışlardan biri de verme eylemidir. Kabul görmek, onaylanmak ve sevilebilir olmak amacıyla insanlara verici davranır. Bu kadar verici olmalarının ardındaki bir diğer sebep bazı oral karakterler kendisine davranılmasın istediği gibi başkalarına davranırlar. Davranışlarıyla rol model olmaya çalışırlar. Aslında bu davranışlarıyla söylemek istedikleri tam olarak  “sen de bana benim sana davrandığım gibi davran ” dır. Özellikle ikili ilişkilerde kişi beklediği gibi bir karşılık bulmadığında çatışmalar ve anlaşmazlıklar ortaya çıkar. Çok daha temeldeki ihtiyaçlarımıza ait olan bu talep sonucunda  kişiyi tanımlayamadığı duygulanımlara götürür.    Verme davranışının tam tersi olarak bazı oral karakterler ise kimseye bir şey veremezler. Verdiklerinde rahatsız olurlar. Kendi yoksun bırakılmışlığın hıncıyla başkalarını yoksun bırakma arzusu içindedirler. Bazı insanlar çocuklara karşı da böyle davrandıklarını görebiliriz. Sıklıklıkla “ zamanında çocukken bize de böyle davranırlardı, hiçbir şey vermezlerdi, almazlardı vs” gibi cümleleri duyarız. Bazı ebeveynler ise tam tersi şekilde davranarak çocuğa dur, hayır demeden çocuğun önüne ne var ise yığar. Zamanında yoksun kaldıkları ne varsa fazla fazla çocuklarının önüne sererler. Bu ve benzeri örneklerle günlük yaşantımızda sıklıkla karşılaşırız. Hatta bazen farkındayızdır da. Ne yazıkki farkında olmak böyle hissetmemiz veya davranmamıza kuvvetli bir etkide bulunmaz. Duygulara, deneyimlere ve arzulara detaylı bakılan ve üzerine çalışılan yer terapi odasıdır.

Çapa 1

bottom of page